Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) veya Trans-Pasifik Ortaklığı Anlaşması, Avustralya, Brunei, Kanada, Şili, Japonya, Malezya, Meksika, Yeni Zelanda, Peru, Singapur, Vietnam ve Amerika Birleşik Devletleri arasında 4 Şubat 2016’da imzalanan bir ticaret anlaşmasıydı. O zamanlar yeni seçilmiş olan ABD başkanı Donald Trump’ın Ocak 2017’de TPP’den ABD imzasını geri çekmesinin ardından anlaşma gerektiği gibi onaylanamadı ve yürürlüğe girmedi. Geri kalan ülkeler, TPP hükümlerinin çoğunu içeren ve 30 Aralık 2018’de yürürlüğe giren Trans-Pasifik Ortaklığı için Kapsamlı ve Aşamalı Anlaşma adlı yeni bir ticaret anlaşması müzakere etti.
TPP, 2005 yılında Brunei, Şili, Yeni Zelanda ve Singapur tarafından imzalanan Trans-Pasifik Stratejik Ekonomik Ortaklık Anlaşması’nın (TPSEP veya P4) bir eklentisi olarak ortaya çıktı. 2008’den başlayarak, daha geniş bir anlaşma için görüşmelere ek ülkeler katıldı: Avustralya, Kanada, Japonya, Malezya, Meksika, Peru, Amerika Birleşik Devletleri ve Vietnam ile müzakere eden ülkeler on ikiye çıktı. 2017’nin Ocak ayında ABD anlaşmadan çekildi. Diğer 11 TPP ülkesi, Mayıs 2017’de anlaşmayı yeniden canlandırmak için anlaştı ve Ocak 2018’de anlaşmaya vardı. Mart 2018’de, 11 ülke, anlaşmanın gözden geçirilmiş versiyonu olan Trans-Pasifik Ortaklığı için Kapsamlı ve Aşamalı Anlaşma’yı imzaladı. Anlaşma, altı ülke (Avustralya, Kanada, Japonya, Meksika, Yeni Zelanda ve Singapur) tarafından onaylandıktan sonra, 30 Aralık 2018 tarihinde bu ülkeler için yürürlüğe girmiştir.
Orijinal TPP, ticarette hem tarife dışı hem de tarife engellerini azaltmak ve bir yatırımcı-devlet anlaşmazlık çözüm (ISDS) mekanizması oluşturmak için alınacak önlemler içeriyordu. ABD Uluslararası Ticaret Komisyonu, Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü, Dünya Bankası ve Kanada Küresel İlişkiler Baş Ekonomisti Ofisi, nihai anlaşmanın, onaylanması halinde tüm imzacı taraflar için net olumlu ekonomik sonuçlara yol açacağı sonucuna varırken, Tufts Üniversitesi’nden iki ekonomistin oluşturduğu alternatif bir metodoloji, anlaşmanın imzacıları olumsuz etkileyeceğini ortaya koydu. Pek çok gözlemci, ticaret anlaşmasının jeopolitik bir amaca hizmet edeceğini, imzacıların Çin ticaretine bağımlılığını azaltmak ve imzacıları ABD’ye yaklaştırmak amacını taşıdığını savundu.
Trans-Pasifik Ortaklığı | |
![]() |
|
Türü | Ticaret anlaşması |
Taslak | 5 Ekim 2015 |
İmzalanma | 4 Şubat 2016 |
Yer | Auckland, Yeni Zelanda |
Geçerlilik | Yürürlükte değil |
Şartlar (geçerli olması için) | Tüm orijinal imza sahipleri tarafından onaylanması veya orijinal imza sahiplerinin GSYİH’sinin %85’ine tekabül eden en az 6 ülkenin onayı |
İmza sahipleri | 11 ülke
Avustralya Brunei Kanada Şili Japonya Malezya Meksika Yeni Zelanda Peru Singapur Vietnam |
Onaylayanlar | 2 ülke
Japonya Yeni Zelanda |
Depoziter ülke | Yeni Zelanda |
Diller | İngilizce (çatışma veya anlaşmazlık durumunda geçerlidir), İspanyolca, Vietnamca, Japonca, Fransızca |
Trans-Pasifik Ortaklığı Anlaşması’nın (TPP) ortaya çıkışı, 21. yüzyılın başında küresel ekonomik entegrasyonun hızlandığı bir döneme denk gelmektedir. Giderek artan bölgesel ticaret anlaşmaları içinde, TPP özellikle Asya-Pasifik bölgesindeki ekonomik dengeleri değiştirme potansiyeline sahipti. Anlaşma yalnızca tarifelerin azaltılmasıyla sınırlı kalmayıp, fikri mülkiyet hakları, çevre koruma, emek standartları, dijital ticaret, rekabet politikaları ve kamu alımları gibi çok çeşitli alanlarda da ortak kurallar getirmeyi hedefliyordu. Bu yönüyle TPP, yalnızca bir serbest ticaret anlaşması değil, aynı zamanda ekonomik yönetişim alanında kapsamlı bir düzenleyici çerçeve sunmayı vaat ediyordu.
ABD’nin TPP’den çekilme kararı, uluslararası ticaret sistemi üzerinde ciddi bir etki yaratmıştır. Donald Trump yönetimi, “Önce Amerika” yaklaşımı doğrultusunda çok taraflı ticaret anlaşmalarına karşı çıkarken, TPP’yi de Amerikan iş gücü ve sanayisi açısından dezavantajlı bir girişim olarak değerlendirmiştir. Bu durum, ABD’nin geleneksel ticaret politikasında önemli bir kırılma olarak yorumlanmıştır. Ancak ABD’nin geri çekilmesi, anlaşmanın tamamen rafa kalkmasına neden olmamıştır. Aksine, kalan ülkeler küresel ticaretin çok taraflı yapısına olan bağlılıklarını koruyarak TPP’yi “Kapsamlı ve Aşamalı Anlaşma” adıyla yeniden şekillendirmişlerdir. Bu durum, küresel ekonomik düzenin yalnızca ABD eksenli olmadığını, diğer orta ve büyük güçlerin de serbest ticaret normlarını sürdürmekte kararlı olduklarını göstermektedir.
CPTPP (Comprehensive and Progressive Agreement for Trans-Pacific Partnership), orijinal TPP’nin birçok hükmünü korumakla birlikte, ABD’nin çekilmesinden sonra anlaşmayı daha uygulanabilir kılmak adına bazı düzenlemeler yapılmıştır. Özellikle fikri mülkiyet hakları alanındaki bazı tartışmalı hükümler askıya alınmış; küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBİ’ler) uluslararası ticarete erişimini kolaylaştıracak mekanizmalar ön plana çıkarılmıştır. Bu değişiklikler, kalan ülkelerin anlaşmanın ruhunu koruyarak daha kapsayıcı bir yapı oluşturma çabalarının göstergesidir.
CPTPP’nin hayata geçmesiyle birlikte üye ülkeler arasında mal ve hizmet ticareti daha serbest bir hale gelmiş; yatırımcılar için daha öngörülebilir bir hukuk zemini oluşturulmuştur. Anlaşma, toplamda dünya GSYİH’sinin yaklaşık %13’ünü temsil eden bir ekonomik blok yaratmıştır. Çin’in bu anlaşmanın dışında kalması, CPTPP’yi Batı yanlısı bir ekonomik entegrasyon modeli olarak öne çıkarmış; Çin’in alternatif olarak RCEP (Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık) gibi başka platformlara yönelmesini teşvik etmiştir.
Jeopolitik açıdan bakıldığında, TPP ve onun devamı olan CPTPP, sadece ekonomik değil stratejik bir araç olarak da değerlendirilmiştir. Asya-Pasifik bölgesi, 21. yüzyılın ekonomik ağırlık merkezlerinden biri haline gelirken, bu bölgede kurumsal etkileşim ve ekonomik yakınlaşma önemli bir güç projeksiyonu halini almıştır. ABD’nin anlaşmadan çekilmesi bu anlamda Çin’in bölgedeki ekonomik etkisini artırırken, Japonya gibi ülkelerin liderlik rolünü güçlendirmiştir. Japonya’nın CPTPP içindeki rolü, sadece bir imzacı ülke olmaktan öteye geçmiş; anlaşmanın koordinasyonu ve uygulanmasında belirleyici aktör haline gelmiştir.
Ayrıca, Brexit sonrası dönemde Birleşik Krallık’ın CPTPP’ye üyelik başvurusu yapması, anlaşmanın Asya-Pasifik dışına da yayılma potansiyelini göstermektedir. Bu tür genişlemeler, CPTPP’yi klasik bir bölgesel ticaret anlaşmasından ziyade, küresel çapta etki yaratabilecek esnek ve açık bir ticaret çerçevesine dönüştürebilir. Aynı zamanda bu gelişme, çok taraflılık ve serbest ticaret ilkelerine dayanan yeni bir ekonomik düzenin inşa sürecine katkı sunabilir.
Sonuç olarak, TPP’nin başarısızlığa uğraması, onun temel prensiplerinin ve amaçlarının tamamen terk edildiği anlamına gelmemektedir. CPTPP, bu mirası devralarak daha kapsayıcı, esnek ve uygulanabilir bir yapıyla yürürlüğe girmiştir. Gelecek dönemde bu tür ticaret anlaşmalarının etkisi, sadece ekonomik değil; aynı zamanda hukuki, çevresel ve jeopolitik alanlarda da derinleşerek artacaktır. Gelişmekte olan ülkeler açısından da bu tür çok taraflı anlaşmalar, küresel tedarik zincirlerine entegre olma, yatırım çekme ve ihracat kapasitelerini artırma fırsatları sunabilir. Ancak her ülkenin bu tür anlaşmalara katılımı, iç dinamiklerine, ekonomik yapısına ve stratejik hedeflerine bağlı olarak dikkatli bir değerlendirmeyi gerektirmektedir.