DataKapital Blog

Türkiye’de Spekülatif Sermaye ve Finansal Riskler

Kısa vadeli kar elde etme amacıyla ulusal sınırlar arasında kısa vadeli giriş-çıkış yapan portföy yatırımlarını ve kredileri ifade eden spekülatif sermaye hareketleri, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalar açısından kritik öneme sahiptir. Yüksek risk – yüksek getiri hedefli sıcak para akışları, ülkelerin yerel piyasalarında ve özellikle döviz kurlarında ciddi dalgalanmalara yol açar. Politik belirsizlik ve jeopolitik pek çok riskleri barındıran Türkiye’de, uzun vadeli üretim yatırımlarından çok faiz farkı, kur beklentisi, siyasi gelişmeler ve piyasa duyarlılığına göre hareket eden bu parasal akışların yarattığı dengesizliklerden payını alan ülkeler arasındadır.

Sıcak para girişi, finansal piyasalarda başlangıçta olumlu etkiler yaratır. Türkiye özelinde de sıcak para ile artan yabancı talebi BIST-100 endeksini yukarı çekerek piyasalarda ralli havası yaratıp döviz girişleri ile Türk lirasının değerlenmesine ve faiz oranları üzerindeki baskının hafiflemesine katkıda bulunur. Ancak bu durumun diğer yüzü, bu kazanımların kalıcı olmayabileceği riskidir. Aşırı girişler sebebiyle yerli paranın aşırı değer kazanımı sonucu ülkenin cari işlemler açığının büyümesi, ekonomiyi dış şoklara karşı kırılgan hale getirir.

Gelişmekte olan piyasalarda defalarca gözlendiği üzere, ani sermaye çıkışları yerel parayı spekülatif atağa maruz bırakarak finansal krizi tetikleyebilmekte. Türkiye özelinde sıcak para çıkışıyla borsada yaşanan sert satışlar endeksin kısa sürede çökmesine, aynı anda döviz talebinin fırlamasıyla TL’nin hızla değer kaybedip faizlerin yükselmesine yol açabilmektedir. Spekülatif kısa vadeli sermaye, giriş dönemlerinde piyasalarda geçici bir bahar havası estirirken çıkış dönemlerinde sert kış koşulları yaratabilen çift yönlü bir etkide bulunur.

Türkiye, 1989 yılında sermaye hesaplarını serbestleştirdikten sonra 1990’lardan itibaren sıcak para akımlarının olumlu-olumsuz tüm yönlerini tecrübe etmiştir. Özellikle 2000’ler sonrası uluslararası konjonktür ve iç dinamiklerin etkileşimiyle Borsa İstanbul ve genel olarak Türkiye ekonomisi defalarca spekülatif sermaye hareketlerinin yol açtığı dalgalanmalara maruz kalmıştır.

 

Kasım 2000’de başlayan likidite krizi, Şubat 2001’de tam teşekküllü bir finansal krize dönüştü. TL üzerindeki spekülatif atak sonucu hükümet kuru dalgalanmaya bırakmak zorunda kaldı ve faiz oranları üç haneli seviyelere fırlarken birçok banka iflas etti. 2000-2001 krizleri, Türkiye’de kısa vadeli spekülatif sermaye giriş-çıkışlarının ne denli yıkıcı sonuçlar doğurabileceğine dair acı bir tablo sunar.

 

 

FED’in 2004 sonrası faiz artırımları sonucu ABD tahvillerinde yükselen cazibe, artan petrol fiyatları etkisiyle küresel enflasyonist beklentiler ve risk iştahındaki düşüşler; 2006 ilkbaharında özellikle gelişmekte olan piyasalara yönelik algıda bozulmalara sebebiyet verdi. Süreç içerisinde küresel piyasalardaki dalgalanmaların tetiklemesiyle Türkiye’den yine ani bir sıcak para çıkışı gerçekleşti. Yabancı yatırımcılar ellerindeki Türk varlıklarını satarak çıkarken Borsa düşüşe geçti ve TL hızla değer yitirmeye başladı. Haziran 2006’da TCMB değer kayıplarını dizginleme amaçlı iki acil artış hamlesiyle politika faizini 4 puan yukarı çekti. Bu sert faiz müdahaleleri dahi TL’deki değer kaybını tam manasıyla engelleyemeyip; resmi enflasyon hedeflemesi rejimine geçildiği 2006 yılı sonunda enflasyon, hedeflenen %5’in neredeyse iki katı kadar bir sapmayla %9,7 olarak gerçekleşti.

 

2006 yılında Türkiye’nin dalgalı kur rejimine geçmiş olmasına rağmen sıcak para çıkışlarının makroekonomik istikrarı (özellikle enflasyon hedeflerini) nasıl zorlayabildiğini net bir biçimde gösteren bu olaylar, 2008 krizi ve 2013 “Taper Tantrum” dönemleri öncesi Türkiye için “erken bir stres testi” niteliğindeydi.

 

 

 

Fed’in para musluklarını kısacağı beklentisiyle 2013 yazında başlayan sıcak para çıkışı, 2014 Ocak ayında TL’de sert bir değer kaybına (bir ayda %10’dan fazla) ve borsada ciddi düşüşe yol açtı. Bunun üzerine TCMB, 2014 Ocak sonunda olağanüstü PPK toplantısı kararıyla politika faizini %4.5’ten %10’a çıkaran “gece yarısı” faiz artışını yaparak piyasayı şok etti ancak geçici istikrar getiren şok sonrası çift haneye tırmanan enflasyona rağmen yılın ilerleyen dönemlerinde faiz indirimine gidildi. Para politikasındaki bu tutarsızlık, TCMB’nin kredibilitesine zarar vererek Türkiye’nin risk priminin yükseltilmesiyle sonuçlandı.

 

2013-2014 deneyimi, Türkiye’nin küresel sermaye koşullarına ne denli bağımlı olduğunu ve kendi kırılganlıklarını yeterince azaltamadığını ortaya koyması bakımından kritiktir. Kısa vadeli yabancı fonlara duyulan güvenin bedeli, finansal piyasalarda sert düzeltmeler ve makroekonomik oynaklık olarak ödendi.

 

 

2018 sonrasında da Türkiye’nin dış kırılganlığı tam olarak giderilemedi: 2020’de pandeminin ilk aşamasında yine küresel fonlar ülkeden çıkış yaparken TCMB döviz rezervlerini kullanarak kura müdahalelerde bulundu. 2021-2022’ye gelindiğinde politika faizinin enflasyonun çok altına indirilmesi sonucu yabancı yatırımcı güveninin iyice sarsılmasıyla da yabancı yatırımcıların Borsa İstanbul’daki payı tarihî düşük seviyelere geriledi. 2012’de %67 ile zirve yapan yabancı takas oranı, 2022 sonunda %29 ile tarihi düşük seviyelere indi.

Borsa Yabancı Takas Oranı
BIST 100 endeksinde yabancı yatırımcı takas oranlarının 2010’dan 2024’e yıllık değişimi (MKK verileri)

Ek olarak; son yıllarda gelen yabancıların da kısa vadeli bakış açısıyla hareket ettiği görülmektedir. 2012 sonunda yabancı yatırımcıların bir hisseyi elde tutma süresi yıllık ortalama 343 gün iken, bu süre 2022 sonunda yalnızca 29 gün ile en düşük seviyesine ulaştı. Zaman içerisinde uzun vadeli yatırımcılar büyük ölçüde çekilmiş, kalan yabancı işlemleri daha da spekülatif ve kısa vadeli karakter kazanmıştır.

Borsa İstanbul (MKK/TÜYİD) Borsa Trendleri Raporları ile Türkiye Sermaye Piyasaları Birliği (TSPB) Verileri

Sonuç

Kısa süreli sermaye çıkışlarının önüne geçilmesinin yolu uzun vadeli planları uygulamaktan geçmektedir. Türkiye’nin, Borsa İstanbul üzerinden spekülatif sermaye çıkışlarını sınırlaması ve uzun vadeli yabancı yatırımcıyı cezbetmesi için; makroekonomik istikrarın sağlanması, piyasa derinliğinin artırılması, vergisel ve düzenleyici teşviklerin uygulanması, kurumsal yönetim ve şeffaflık standartlarının yükseltilmesi ile hukuki güvenliğin güçlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.

Bu çerçevede izlenecek doğru politikalar; ani sermaye hareketlerine karşı direnç oluşturup, piyasa güvenilirliğini artıracak ve Türk sermaye piyasasını uluslararası yatırımcılar nezdinde daha cazip hale getirecektir. Özellikle BIST açısından spekülatif sermaye için kısa vadeli adımlar değil, kalıcı yatırımın adresi olması için bütüncül ve sürdürülebilir reform süreçleri gereklidir.

Exit mobile version