Sermaye teorisi kavramıyla, makro ekonomide arzın kısıtlarına ilişkin farklı bir bakış açısı sunmaya ve makro büyüklüklerin ölçüm yetersizliğine değinmeye çalışacağız. Sadece iktisat teorisi üzerine çalışanlar değil aynı zamanda yaşadıkları ülke için ya da küresel ölçekte toplumların: fakirlik, bölüşüm, kalkınma gibi iktisadı merkeze alan sorunlarına pratik çözüm üretmek isteyenler de, mevcut sorunlara yaklaşırken birbiriyle çelişen farklı bakış açılarını değerlendirmek durumunda kalıyorlar. Bahsedilen alan için teknik düzeyde sorunlar ve çözümlerin ele alındığı alan genellikle makro iktisat. Peki bu teorik düzlem sorunları ele almakta ve iktisadi hedefleri ölçmekte ne ölçüde açıklayıcı?
Ölçüm, Sınırlar ve Büyüme Niteliği
İki ayrı ülkenin makro politikasını belirlemeye çalışırken elimizde büyümeye ilişkin veri setleri olduğunu varsayalım. Her iki ülkede asgari düzeyde otonom üretimlerini sağlıyor ve büyümeleri sürdürülebilir olsun. A ülke ise kredi politikasını, uzun vade de pozitif dışsallık sağlayan ancak kısa vade de geri dönüş sağlamayan ar-ge vb. çıktıları ertelenmiş ürünlere yönelik olarak belirliyor diyelim. Aynı dönemde ise B ülkesi doğrudan ve kısa vade de çıktı sağlayabileceği tüketim mallarına yatırıyor olsun. Mesela, sakız.
Birinci yılın sonunda ar-ge süreçleri yatırımlar ve tüketimlerde bir miktar artışla GSYİH’e etki etse de. bu süreçlere yapılan yatırımların GSYİH etkisi kısa vadede çıktı üreten sektörlerden daha düşük olacaktır. B ülkesinde artan sakız üretimi ve tüketiminin GSYİH’e çarpan etkisi ise daha yüksektir. Birinci yılın sonunda B ülkesinde büyümede daha iyi rakamlar göreceğiz. Peki siz karar verici olsaydınız ve bütün politikayı merkezi olarak dizayn edebilecek gücünüz olsaydı, yaşadığınız ülke için hangi politikayı tercih ederdiniz? Daha yüksek teknoloji seviyelerine ulaşarak toplam kapasiteyi arttırma yolunda ilerleyen bir ülke mi yoksa daha fazla sakız çiğneyen ve satan mı?
Doğrusal veriler üzerinden büyüme niteliklerinin değerlendirilmesi oldukça zor olsa da elimizde bazı ilginç örnekler var. En bilinenlerden biri ABD sağlık politikalarına muhalefet ederken oldukça yaygın kullanılan şu görsel;
Birleşik Devletler’de kişi başına düşen sağlık harcamaları yükselirken beklenen yaşam süresi 2010 yılından beri neredeyse hiç değişmedi, diğer taraftan Avrupa ülkelerinde harcama daha ılımlı yükselirken yaşam beklentileri sürekli olarak arttı. Kişi başına düşen sağlık harcamaları büyümeye ilişkin yatırım-tüketim gibi tek bir faktöre bağlı olmasa dahi sektördeki büyümeye ilişkin bir fikir veriyor.
Sağlık harcamaları açısından en büyük 5 ülkenin 2019 yılı sağlık harcamaları ise şöyle tahminleniyor:
- Amerika Birleşik Devletleri – 3,8 trilyon dolar
- Çin Halk Cumhuriyeti – 732 milyar dolar
- Japonya – 495 milyar dolar
- Almanya – 331 milyar dolar
- Fransa – 254 milyar dolar
Bu beklenmedik piyasa büyüklüğüne rağmen ABD’de yaşam süresi neden artmadı? Yani biz büyüme istatistiklerinde sektörel büyüklüğü görürken kalite anlamında istenen çıktıyı elde edemiyoruz. Bu örnekler genellenebilir ve büyümenin hatta verimlilik üzerinden veri bazlı ölçümlerin bile ekonomik performansı istenen hedefler bağlamında yansıtmadığı keşfedilebilir. Kapitalizasyon = sermaye gibi görünmüyor ve sermaye teorisi bu noktada devreye giriyor.
Metaheuristic/Metasezgisel yaklaşım
Gerçekten ölçtüğümüz büyüklükler hedeflediğimiz şeyler mi? Ekonomik aktivitenin amacı nedir ve bu aktivite ile neye ulaşmak gayretindeyiz?
Ekonomik aktivite için doğru ya da yanlışları ayırt etmeye kalkarken her ölçekte veriyle çalışmak zihin tuzaklarından kurtulmak için elzemdir. Peki verileri ekonomik hedeflere göre mi seçiyoruz? Yoksa sahip olunan verileri amaçlara ve araştırma konusuna mı uyduruyoruz? Makro çalışma alanı sıklıkla ikincisini yapıyor gibi. Büyüme ya da makro stabilite olarak kabul ettiğimiz göstergeler stratejik amaçları çoğunlukla açıklamıyor.
O halde ekonomik aktivitenin stratejik/meta amaçları nedir? Bunun cevabını ancak sezgisel olarak verebiliriz. Burada “stratejik kararlar” ya da prensipler yerine metasezgisel kavramını özellikle seçtim. Çünkü metasezgisel yöntem genel bir karar verme yöntemi olsa da ar-ge süreçlerinde ve bilgisayar bilimlerinde daha sık kullanılıyor ve karar süreçlerini etkileyen katı-sayısal değişkenleri daha fazla dikkate alarak çok katmanlı bir analiz sunuyor. İktisatın mekanik ve sayısal doğasına daha uygun bir yöntem.
Metasezgisel yöntem temelde bir optimizasyon/en iyileme/en çoklama yaklaşımıdır ve klasik yaklaşımdan farklı olarak tam çözümlerin üretilemediği, kısmi çözümler üreten farklı problemlere uygulanabilirler. İktisattaki her problemin karmaşık ve her çözümün kısmi olduğu düşünüldüğünde yöntem bize çok uygun.
Tabi metasezgisel yöntemler çok geniş bir çalışma alanı ve bu makalenin inceleme konusu değil yine de makro iktisat alanında çalışan kişilerin problem çözümleri için uygun yöntemler sağlıyor. Bu yüzden dikkat çekmek istedik elbette yöntemde önce “metanın” ne olduğuna cevap vermemiz gerekiyor. Ekonomik aktivitenin en üst, en genel, holistik hedefi nedir? Sermaye teorisi nedir?
Merkez ve Çevre
Bu sorunun cevapları öznel olarak farklılaşabilir ve derinleştirilebilir ancak kesin olan birşey var. Ekonomik aktivite güç ve hegemonya analizine bağımlıdır. Çünkü hayatta kalmayan bir ekonomik yapının analiz edilmesi anlamsızdır. Bu analiz ünitesi bireyler, kurumlar ya da devletler olabilir. Bunların tamamı rekabet koşullarına ek olarak entropiye tabidir ve bu iki değişken de zamanla birleşince hayatta kalmayı tehdit eden unsurlardır.
O zaman en ilkel hali ile ekonomik aktivitenin amacını “ekonomik hayatta kalma” olarak tanımlasak ve bunun zaman fonksiyonunu inkar etmesek sorun çözülebilir. Zaman fonksiyonunun inkarından kasıt, hayatta kalmayı zamana yayılarak tehdit eden unsurlardır. Örneğin sizinle aynı sektörde faaliyet gösteren bir firmanın sizden fazla kar etmesi rekabet koşullarını aleyhinize etkiler ve bu halin sürekliliği yeterince kar edemeyen kurumun ölümüyle sonuçlanır. Yani entropi içsel ve dışsal olarak kontrol edilebilir ve yönlendirilebilir hatta hayatta kalma stratejisinin özü budur denilebilir. Elbette kar tek hayatta kalma fonskiyonu değildir burada sadece örnektir.
Bütün bu ekonomik hayatta kalma mekanizmasını tek bir temel stratejik prensibe indirgemek istersek Wallerstein’ın dünya sistemleri analizinde ortaya koyduğu merkez ve çevre prensiplerini baz alabiliriz. Buna göre merkez en büyük finansal hacmin döndüğü ticari bir hubtır, kaliteli işgücünü kendine çeker, karlılığı yüksek mallar imal ederek satar ve düşük olanları satın alır.
Ticaretin aktığı yere bilgi, sermaye, nüfus, kaliteli işgücü ve bunlarla ilişkili olan kuvvet çarpanları sürekli olarak akar ve hubı kontrol eden, diğerlerinin varoluşunu tehdit edecek güç döngüsünde avantajı elde eder. İşte bu noktada ölçeceğimiz büyüklükleri anlamak için makro teoriden önce sermaye teorisine ihtiyaç var. Hubın somut altyapı çıktılarını oluşturan, biriktirilebilir, ölçülebilir ve kristalleştirilebilir şeye sermaye dedik. Buna göre sermayenin teknik olarak tanımlanabilir ve ölçülebilir bir envanter olduğunu varsayalım. Sermaye nedir ve zaman içinde nasıl dönüştü?
Sermaye Teorisi
Sosyal bilimler bağlamında sermaye onlarca farklı anlamda kullanılmaktadır. Biz ise bahsettiğimiz ekonomi, hegemonya ve hayatta kalma prensipleri üzerinden tanımı yeniden yapacağız. Buna göre sermaye olarak addettiğimiz şey;
*Artık değerle ve birikimli olarak ya da transferle oluşur.
*Tasarrufları uzun vadeli olarak tutabilmesi gerekir. Amortizasyondan minimum etkilenir.
*Mutlak hayatta kalma avantajı veren ve stratejik konseptleri lehinize değiştiren baskın bir üründür. (Mutlak mal)
Sermaye bu tanıma göre tahrihsel süreç içerisinde dönüşür. Sermaye teorisine ya da apriori stratejik presiplere neden ihtiyacımız var? Ulusların ekonomik gücünü mukayeseli olarak ölçerken makro perspektif ne ölçekte yanıltıcı olabilir?
Amerikan istihbarat servisi CIA 1984 yılında Sovyetler Birliği ve ABD’nin ekonomik gücünü GSMH(Gayri Safi Milli Hasıla) üzerinden mukayese ederek bir ölçüm yapmaya çalıştı. Bu ölçümde Sovyetler Birliği’nin ABD ekonomisinin büyüklük olarak ne kadarına tekabül ettiği ve bu oranın nasıl değişeceği anlaşılmaya çalışılmış:
Çalışma[1] 1960 ve ’83 yılları arasındaki verileri toplayarak önümüzde 5-10 yıllık bir dönem için öngörümleme yapılmasını hedeflemiş. Veriler genellikle makro ölçekte, büyümenin ve endüstrilerin kompozisyonlarını, savunma sanayi vb. kritik sektörlerin durumunu da mukayeseli olarak irdeliyor yine de çalışmanın perspektifi makro ölçekte kalmış. İlgili çalışma hizmete özel olarak hazırlansa da ‘99 yılında CIA tarihsel gözden geçirme programı çerçevesinde arşivi belli bilgileri karartarak araştırmacılara açmış.
Analistin temel hedefi, GNP üzerinden Sovyet ekonomisinin ABD ekonomisinin ne kadarına tekabül ettiğini ölçmek olmuş. Ek olarak bu büyüklükler arasındaki farka ilişkin trendlerin, gelecekteki dönemlerde nasıl değişeceğini tespit edilmeye çalışılmış.
İnceleme sonunda varılan sonuçta mevcut büyüme trendleriyle Sovyet Birliği’nin GNP’sinin, ABD GNP’sinin %50’si civarlarında seyretmeye devam edeceği ve 1990 yılında bu rakamda sabit kalacağı varsayılmış.
Ancak öngörümleme yapıldıktan sadece 6 yıl sonra Sovyetler Birliği, ekonomik sebepler merkezde olmak üzere dağıldı ve analistin makro parametreler üzerinden yaptığı okumadan radikal bir biçimde sapma gördük. Ne büyüme oranı ne de kompozisyonu bu fenomeni açıklamak için yeterli oldu. Peki hata neredeydi? Gelecek bölümde devam edeceğiz.
[1] A comparison of Soviet and U.S Gross National Products 1960-1983, CIA historical review program, release as sanitized ’99