Türkiye’de finans sistemini bankalar domine ettiği için kredi mekanizmasını bankalar üzerinden açıklayalım. Banka kredi ile mevduat faizi arasındaki marjı kazanır.
Sermayesiz bir bankanın kredi ile mevduat faizi farkından kazandığı marj batık kredi tutarının altında kalırsa banka iflas eder. İşte bunun olmaması için bankalardan kullandırdıkları kredilere oranlara sermaye tutmaları istenir.
Sermaye rasyosu bankaların kredi üretimini kısıtlar. Diyelim ki sermaye oranı %20 olsun. Bankaların 100 TL kredi kullandırabilmesi için 20 TL sermaye tutması lazım. Bankalarda koyacak 10 TL sermaye varsa ancak 50 TL kredi kullandırabilir. Bir anda kredi hacmi 100’den 50’ye düştü. Ve bu daha ilk aşamada gerçekleşti. Banka bir 50 TL daha kredi kullandıracaksa 10 TL daha sermaye koyacak.
Sermaye yoksa kredi dönüşümü de olmuyor, para arzı daralıyor. Talebin üretim kapasitesini geçtiği zamanlarda, düzenleyici otorite sermaye rasyosunu yükselterek ekonomiyi soğutur.
Peki tersi olursa? Kritik kısım burada. Diyelim ki Korona krizi uzadı, işletmeleri hayatta tutmak için daha fazla krediye ihtiyaç var. Ekonomi yönetimi bu durumda sermaye rasyolarını indirebilir. Bu yolla, aynı tutarda sermaye ile daha fazla kredi verilir.
Peki ya batık kredi oranı sermaye rasyosunu geçerse ne olacak? Krediler yeterince genişlediğinde ödeme güçlüğü çeken tüm işletmelerin kredilerine karşılık yeni kredi verileceği için batıklar artmaz. Teorik olarak sermaye rasyosunu 0’a çektiğinizde kredi arzı önünde hiçbir engel kalmaz. Pratikte bankacılık sektörüne güveni sarsacağı için sermaye rasyosunu çok aşağı çekemezsiniz. Bunun yerine bankalara sermaye koyarsınız.
2008 krizinde ABD Hazinesi tüm bankalara istisnasız sermaye koydu. 2016 yılına kadar da paylarını karlı sattı. Bankalara sermaye koymak krizden çıkmak için çok iyi bir yoldur. Türkiye’de kamu bankalarına sermaye koyarak bu yola başvurdu. Sermaye rasyosu %10 iken koyduğunuz 10 TL’ye karşılık 100 TL kredi yaratırsınız. Sınırlı mali kaynaklarla 10 katı etki sağlayabilirsiniz.
Kredi kanalının kriz zamanında çalışması için düzenleyici otoritenin bankaları zorlaması şarttır. Aksi takdirde, bireysel hareket ettiğinde her banka kötüye giden ekonomide batık oranının artacağını öngörerek sermayesini koruma telaşına düşer. Bu amaçla kredileri kısar. Halbuki işletmelerin ayakta kalması ve mallarına talebin oluşması için daha fazla krediye ihtiyaç vardır. Krediler daralınca daha fazla işletme batar, işsizlik artar ve batık oranı artar. Aslında bankalar tüm sistemin batacağını öngörür.
Her banka son batan olmaya oynar. Çünkü hiçbir ekonomi bankacılık sektörünün yok olmasına seyirci kalamaz. Sonunda ekonomi yönetimi halkın vergileri ile bankaları kurtarır. İşte bu senaryonun gerçekleşmemesi için müdahale şarttır. Alternatif senaryoda ise tüm bankalar el birliği ile kredileri genişletirse korona etkileri bittiğinde talep yerine gelecek, işletmeler satış yapacak ve herkes borçlarını ödeyecektir. Batık oranı da kalıcı bir şekilde düşük kalacaktır.
Aslında bu şartlarda karar vermek çok kolay. Birinci senaryoda herkes kaybediyor, ikinci senaryoda herkes kazanıyor. Bu durumda bankaları ekonomi kötüye giderken kredi genişletmeye zorlamak doğru tercihtir.
Diğer yandan sonunda halk kurtaracaksa kurtarmadan da müdahale edebilmesi gereklidir. Maalesef dünya henüz bu noktaya gelmedi. Mevcut makro ihtiyati araçlar ekonomiyi ısındığında soğutabiliyor; ancak soğuduğunda ısıtamıyor. Dünya hala bankaları hayattayken özel mülk, battıklarında kamu malı kabul ediyor. Tahminimizce, bu krizle birlikte dünyada bankaları kredi genişlemesine zorlayan araçlar ortaya çıkacak. BDDK bu akımın öncüsü oldu. Aktif rasyosu ile bankaların kollektif halde kredileri genişletmesini hedefledi. Aktif rasyosu belki de dünyada kredi genişlemesini zorunlu hale getiren yegane araç. Ülkemiz bu yönüyle korona şoku karşısında çok ciddi bir üstünlük elde etti. Yukarıda tarif ettiğimiz mekanizmayı çalıştırma imkanına kavuştuk.
Korona şokuna bağlı olarak kredilerle işletmelerin batmasının önüne geçilecek, üretim potansiyelini gerçekleştirilecek talep oluşturulacak. Bu iki hedefi gerçekleştirmede Türkiye’nin 2.8 trilyon TL’lik kredi tabanı yeterli. Üstelik mekanizmadan da anlayacağınız üzere 2.8 trilyon TL’yi istediğimiz gibi artırma imkanlarına da sahibiz. Bankalarımızın sermaye rasyoları da oldukça yüksek. Kredi yaratma sürecinde şu an için bir zorluk yok. Korona karşısında ekonomideki en etkili ilaç kredidir.