“TANSTAAFL” kısaltması (There Ain’t No Such Thing As A Free Lunch) prensibi, Robert A. Heinlein tarafından 1966 yılında yazılan The Moon is a Harsh Mistress adlı bilim kurgu romanında ele alınmış. Kolonide geçen bu romanda ele alınan prensip kaynakların sınırlı oluşuna ve bedava hizmetlerin aslında bedava olmadığına işaret eder. Ardından Freidman bedava hizmetlere aynı vurguyu yapmak için bu kavramı iktisat literatürüne sokmuştur. Peki gerçekten bedava yemek yok mu?
Bedava yemek olup olmadığı çok tartışıldı. Eğer ekonomi hali hazırda kapasite altında üretiyorsa para basıp dağıtarak (Free Lunch) aslında atıl kapasitenin kullanılması sağlanabilir. Atıl kapasite varlığında da bedava yemek yenir. Para basmasanız ya da kamu borcunu artırmasanız bu yemek hiç üretilmeyecek ve yenmeyecekti. Kamu borcunun hasılaya oranındaki sürekli artış ihtiyacı da kronik talep yetmezliğinden kaynaklanır. Modern ekonomiler para basıp karşılıksız olarak halka dağıtmayı yasakladığı için talep yetmezliğine kamu borcunu artırmaktan başka çare yoktur. Hasılaya oranla devamlı artmak zorunda olan bir kamu borcu gelecek nesillerin borcu da değildir. Bir gün birileri tarafından tümüyle ödenmesi de gerekmez. Pek görülmüş bir şey de değildir. Talep yetmezliği olduğu gibi talep fazlası varsa kamu harcamalarını düşürüp nette bir süre borç öder. Talep fazlalığı eriyince tekrar eskiye dönülür. Esasen talebi para basıp karşılıksız dağıtarak canlandırmak yasak olduğu için kamu borcu diye bir kavram var. Yoksa itibari para varken kamunun borca girmesine ihtiyaç yok. Ekonomiye ihtiyacı kadar para basıp hibe eder, mesele hallolur. Para da bir kamu yükümlülüğü kabul edilse de bir vadesi ve faizi olmadığı için borcun ortaya çıkardığı hiçbir probleme yol açmaz. Borçlanmak yerine para basan bir hükumet borç krizine girmez mesela. Hatta devamlı nette borç öder. Bu durumun enflasyonu yükseltmesi ise ancak talep fazlalığı halinde doğrudur. Gelişmiş ülkeler 2000’lerin başından beri talep yetmezliği çekiyorlar. Bu dönemde kamu borcunu da artırmayıp özel borcu artırdılar. Tüketimi özel borçla desteklemenin sonu ise krizdir. Özel borç yerine para basıp dağıtsalar bu ülkeler yıllarca bedava yemek yiyebilirdi. Üstelik finansal sistemleri de daha az tüketim fonlayan borçla çok da güçlü kalırdı.
Dünyada borçsuz devlet hemen hiç yok. Gelişmiş ülkelerin devletleri bir yıllık ülke hasılasının biraz üzerinde veya altında borçlu. Kamu borcu gelecek nesillere ipotek koymak gibi kötü bir şeyse demek ki bütün gelişmiş ülke ekonomileri kötü yönetiliyor. Tabi ki öyle değil. Hatta kamu borcu karşıtlığı olmasa gelişmiş ülke kamu borçları bugünkünün çok üzerinde olurdu. Enflasyon %2’nin altındayken kamu borçlanıp düşük gelir gruplarına dağıtıldı. Talep yetmezliği ortadan kalkınca malını satabilen işletmeler daha fazla yatırım yapar, üretim daha hızlı artardı. Bütün bunlar devletin borcuna kişisel borç muamelesi yapmanın sonucunda olamadı. Bu yazdıklarımız arz yetmezliğinden muzdarip Türkiye ekonomisi için geçerli değil. Her hastalığa aynı ilaç verilmez. Bizim ilacımız ise TL cinsi yatırım kredilerinin artırılması.
Ekonomilerin kronik talep fazlası veya eksiği vermesi gözlemlediğimiz bir durum. Talep yetmezliğine sadece para politikası çare olamaz. Mevcut para politikası rejimi borç miktarını ayarlamaya çalışır. Talep yetmezliği karşısında daha fazla borç ihracını teşvik eder. Ancak özel kesim sonsuza kadar borçlanamaz. Yeterli talep yokken yatırım yapılmayacağı için borcun sermayeye oranı olan kaldıraç yükselir. Yüksek özel kesim kaldıracı er ya da geç finans krizi getirir. Kronik talep yetmezliğinin sebebi gelir adaletsizliğidir. Gelir fakirden zengine geçtikçe tüketim talebinin yerini varlık talebi alır. Ekonomideki temel varlık ise yatırım mallarıdır. Talep yeterli değilken yatırımlar da zayıf olacağı için varlık talebi de karşılanamaz. Sonrası 40 yıldır gelişmiş ekonomilerin yaşadığı patlayıp patlayıp tekrar şişen varlık balonlarıdır.
Talep yetmezliğinden varlık balonlarına giden bu mekanizma daha yeni yeni keşfediliyor. Henüz çok başındayız. İktisatçılar daha yeni yeni neden bu kadar borca ihtiyaç duyulduğunu merak etmeye başladı. Öyle müthiş bir yatırım seferberliği yok. Aksine yatırım iştahı düşük. Talep bu yüzden de zayıf. Ekonomiler ayakta kalmak için her krizde daha fazla borç pompalıyor. Yapılması gerekenin kamu harcamalarını artırmak olduğunu bir kesim kabul etse de kamu borç stoku oranının yüksekliği onların sesini de kısıyor. Çünkü sistem para basıp borç ödemeye izin vermiyor. Sebebi de malum. İpin ucu kaçarsa enflasyon yükseliverir. Maliye politikası böylelikle kitleniyor. Para politikası da çaresiz faiz indirip özel borcu teşvik ederek finansal kriz taşlarını döşüyor. Yani hali hazırda Freidman’ın zannettiğinin aksine farklı ekonomilerde bir sürü “bedava yemek” bulunuyor.