Türkiye’de enflasyonu ne yükseltti? Talep enflasyonu, maliyet enflasyonu, kur enflasyonu, arz enflasyonu gibi kavramlarla enflasyonun çıkış sebepleri ele alınıyor. Türkiye özelinde bunlardan hangileri geçerli?
İktisatta sebepler ve sonuçlar iç içe cereyan ettiklerinden sıklıkla karışır. Bunun bir sebebi, hakkında fikir yürütülen olguyu incelemeden, daha önce incelenmiş benzer olduğu düşünülen bir olgu üzerinden hareket etmektir. Pandemi sonrasında, tüm dünyada enflasyon yükseldiğinde, gazeteleri 70’lerden kalma talep enflasyonu hakkında makaleler doldurdu. Yıl 2024, 50 sene içinde dünyada, emeğin örgütlenme gücü hiç olmadığı kadar zayıflamış. Güçlü bir ücret artışını sağlayabilecek hiçbir faktör kalmamış. Bunlar bir kenara, o gazeteleri okuyan herkes bunları hayatında rahatlıkla gözlemliyor. Yeni mezun sadece Türkiye’de değil tüm dünyada önce staj adı altında cep harçlığı ile çalıştırılıyor. Ardından, hayatını geçindirmesine imkân tanımayan maaşlarla başlatılıyor. Bunlar ortada iken, yine tüm dünyada, ortaya çıkan enflasyonun müsebbibi önce ücret artışları olarak gösterildi tabi pek tuttuğu söylenemez
Ülkemiz özelinde daha da bariz bir durum var. Enflasyon batıdaki gibi %5-10 değil, %70 olmuş. Enflasyonun %70 olabilmesi için, ücretlerin %140’dan fazla artması gerekir. Çünkü ücret maliyetin tamamı değil. Maliyetin yarısı olsa, ücret artışı %140 olmalı ki, işletme fiyatını %70 artırsın. Şu anda ülkemizde, ücretlerin hasıladan aldığı pay %50 dahi değil.
Enflasyon %10’larda gezinirken, ücretlere yapılmış %140’lık bir zam hatırlıyor musunuz? Enflasyon %70’e geldikten sonra dahi böyle bir zam olmadı.
Bir başka tez maliyet enflasyonu. Maliyetin bir kalemi ücret bir diğeri kur. Kurun maliyete etkisi ithal mallar üzerinden oluyor. Kur arttıkça, ithal girdi ve son ürün fiyatları artıyor. İthalat hasılamızın kabaca %40’ı. Enflasyonda %70 artış olabilmesi için yine benzer şekilde kurun %140’dan fazla artması gerekir. 2021 Aralık kur sıçramasından sonra yıllık kur artışı %100’ü geçti. Bunun %40’ı enflasyona geçmiş olsa, o dönem enflasyonun %85 olduğu düşünülürse geriye bir 45 daha kalıyor. 2022 enflasyonunu kur artışı ile kısmen açıklayabiliriz, ama bugün kur artışı enflasyonun altındayken, 70’e giden enflasyonu kur artışı ile açıklamak da mümkün değil.
Bugünkü enflasyonu 2022’de başlatan kurun maliyet yönü olmakla birlikte sonrada devreye başka bir faktör daha girmiş olmalı. Bu faktörün genel adı beklentiler(rasyonel bekleyişler). Beklentiler, firmaların bekledikleri enflasyona göre bugün fiyatları artırması anlamını taşıyor. Beklentiler bozulduğunda, firmalar tabiri caizse havadan nem kaparak fiyat artışına gidiyor. Ülkemizde bu nem önce kur oldu, yakın zamanda ücret artışları. Beklentilerdeki bozulma, enflasyonu maliyetlerin çok ötesinde artırıyor. Kur %50 arttıysa, firma da fiyatlarını %50 artırıyor. Benzer şekilde, asgari ücret %50 arttıysa, firma da fiyatlarını %50 artırıyor. Halbuki, her iki durumda da firmanın maliyeti %20 civarı artmış oldu. Firma fiyatı maliyetin üzerinde artırarak enflasyon risk primini sigortalamış oluyor. Bu sigorta aslında ücretliden transfer edilen bir gelir/satın alma gücü.
Ekonomi kısa vadede sıfır toplamlı bir oyun. Kısa vadede, üretim hacmi artmadığından, birisi daha fazla kazanıyorsa birisi kaybetmiş demektir. Enflasyon da birinden diğerine gelir aktarmanın çok etkili bir yolu. Firma fiyatı artırınca, ücretler arkadan geliyorsa, arada işveren ücretlinin gelirinin bir kısmını kendisine geçirmiş oluyor.
Enflasyonu önce maliyet tetikler, bu maliyet 1970’lerde ücret artışları olabilirdi. Ancak bugün dünyanın hemen hiçbir yerinde enflasyonun ücret artışları ile başlamayacağı açık. Dünyada enflasyonu başlatan arz zincirlerindeki kırılma, navlun ve nakliyat fiyatlarının artması olmuştu. Arz toparlayınca, dünyada enflasyon düşmeye başladı. Bizde ise enflasyonu yükselten kur atağı oldu. Ancak, kuru yönetmek arzı toparlamak kadar kolay olmadı. Çünkü Türkiye’nin bir kur politikası yoktu, KKM adı altında bir kur aracı devreye girse de hala bir kur politikası oluşturulamadı. Enflasyonu kuru tutarak düşürebileceğimizi düşündük. Önce işe yaradı ama bir yerden sonra kuru tutamaz olduk. Kur seçim sonrası sıçrayınca, enflasyon da sıçradı. Beklentiler bir defa bozulduktan sonra, kur sakin gitse dahi, bu defa ücret artışları, firmalara karlarını artırmak için fiyat artırma bahanesi verdi.
Buradan nasıl çıkılır?
Enflasyonun sebepleri farklılaşsa da yapılabilecek ilk hamle her koşulda talep kısmak. Ama o kadar da mekanik bir işleyiş yok. Öncelikle kimin talebi kısılacak, bunu seçebiliyoruz. Maliyet tarafında, bebek bezine, sabuna vergi koyabiliriz veya kurumlar vergisini artırabiliriz. Para politikası tarafında, ticari kredileri daraltmak da bir çözüm, bireysel kredi kartı faizlerini uçurmakta. Kimin talebini kısacağımıza bir karar vereceğiz. Cevabı da basit. Enflasyonun değiştirdiği gelir dağılımını ilk duruma getirecek bir dağılımı hedeflemeliyiz. Enflasyon sonrasında, işveren kesiminin gelirden payı arttı, ücretliler kaybetti. Eskiye dönmek için, kurumlar vergisi artırılır, ticari kredi kısılır, bireysel kredilerde faiz artışları sınırlandırılır. Kredi kartı faizlerine getirilen üst sınır bu anlamda doğru bir uygulamaydı. Ancak, maalesef ticari krediler yeterince kısılamadı.
Talep kısmakla ilgili alınacak bir diğer önemli karar ise talebin ne kadar kısılacağı. Talep kısmanın enflasyonu nasıl düşüreceğini bilmiyorsanız, en şiddetli daraltmayı tercih edersiniz. Düz mantıkla, ne kadar sıkarsan enflasyon o kadar düşer, diye düşünürsünüz. Evet, çok sıkarsanız enflasyon düşer ama maliyeti de çok yüksek olabilir. Resesyonda, gelirleri azalan ve borç bulmakta zorlanan borçlular borçlarını çeviremez ve ödeyemez. Toplu iflaslar ve kredi batıkları, istihdama zarar verir, işsizlik artırır, banka sermayelerini eritir. Böylesi bir bedele değer mi?
En şiddetli ilacı vermeden, başka çareler de olabilir. Bu hasta 2001-2004 arasında şiddetli ilaçla, resesyonla başlayan bir sürecin sonunda iyileşmiş. Enflasyon tek haneye düşmüş. O zaman yapılan bugün resesyonsuz yapılabilir mi? Bunu denemekte fayda var. O dönemde, resesyon cari fazlaya hizmet etti. Cari fazlada, kur üzerindeki baskı kalktı. Kur istikrar kazanınca, yabancı girişi oldu. Yabancı sermaye girişi ile TL değerlendi. Kura endekslenen fiyatlar da kur ile birlikte istikrar kazandı. Kurdaki düşüşle birlikte enflasyon da 2004’te tek haneye geriledi.
Enflasyonu tek haneye düşüren süreç cari dengeye gelmekle başlıyor. Talebi cari dengeye gelmek için kısıyorsak, o kadar da sert kısmayabiliriz. Resesyona gitmeden de cari dengeye gelmek mümkün olabilir. Büyüme %1-2 seviyesine çekilirken, kur enflasyonun üzerinde artırılır. Zayıf talep ortamında kur enflasyon sarmalı oluşmaz. Ücret enflasyon sarmalı da oluşmaz. Bozulmuş beklentiler, düşen satışlar karşısında fiyat artışlarına tahvil edilemez. Talebi kısmadan, yapılacak kur veya ücret artışları kur enflasyon, kur ücret sarmalına girilmesine neden oluyor.
Kur-enflasyon ve ücret-enflasyon sarmalları resesyonla da kırılır; ancak istenilen gelir dağılımına ulaşılamaz. Ücretler arttığında, resesyon koşullarında malını satamayan firma işçi çıkarır. İşini kaybedenler için ücret artışları bir anlam taşımaz. Bu nedenle, ekonomi soğutulurken, resesyona gidilmemeli. %1-2 büyümede, firmalar satışları eski canlılığında olmasa da devam ettiği için çalışan çıkarmaz. Enflasyon, ücretler kadar artmayınca, ücretlerde reel artış sağlanmış olur.
TL’deki değer kaybı ile resesyonsuz cari dengeye yaklaşılır. Kur üzerindeki baskı kalıcı kalkar. İstikrar kazanan TL’ye yabancı yatırım yapar. TL’deki değerlenme cari açığı tekrar büyütmeye başlasa da cari açık bu defa, sermaye girişi eşliğinde genişler. Kurla birlikte fiyatlar da istikrar kazanır.
Dikkat ederseniz, talep kısarak başlasak da talebi kura kalıcı istikrar kazandırmak için kısıyoruz. Talebi cari denge için kısıyorsak, cari dengeye yaklaştıracak yavaşlama yeterli olacaktır. Bu noktadan sonra, enflasyonu düşüren talepteki daralmadan ziyade, kurların istikrara kavuşması olacak. Bu da, resesyona gitme mecburiyetini ortadan kaldıracak.
Politika tasarımında, talebin ne için kısıldığı hayati önemde. Enflasyonu düşürenin doğrudan talep daralması olduğu düşünülürse, enflasyonu tek haneye düşürene kadar geçecek birkaç yılda her defasında daha fazla talep kısılır ve eninde sonunda resesyona girilir. Resesyon kredi batıklarını ve iflasları azdırarak, ekonomiye ağır bir maliyet getirir. Talep cari dengeye gelmek için kısılıyorsa, cari dengeye geldikten sonra, artık daha fazla talep kısma ihtiyacı ortadan kalkar. Bunun yerine, kurdaki istikrarı takviye edecek kur politikasına odaklanılır.
Cari açık kurun temel belirleyicisi olsa da kısa vadede döviz arz ve talebini de yönetmeye imkan tanıyacak bir kur politikasına ihtiyacımız var. Ani bir yabancı çıkışında veya yerlilerin dövize hücumunda, karşılık verecek araçlarınız olmalı. Faiz, böylesi ani durumlarda etkili olmaz. KKM bu tür durumlar için elde tutulmalı. Özellikle dışa açık ekonomideki şoklara karşı KKM gibi içeride döviz arzını artırabilen araçlar çok kıymetli. KKM’nin yanı sıra döviz kredileri teşvik edilmeli. Birçok defa ifade ettiğimiz üzere, bankacılık sistemi döviz kredisi vererek döviz mevduatı, yani döviz arz eder. TCMB’nin döviz kredilerini bu süreçte teşvik etmesi gerekir. Döviz kredileri teşvik edildiği nispette, KKM’ye olan ihtiyaç da azalır. Araç çeşitliliğine gidilir. Döviz kurlarındaki kısa vadeli oynaklıkları kontrol altına almada TCMB’nin eli genişler.